Runatolia
2017’de yarı maraton mesafesini nasıl koştuğumun hikâyesini anlatmaya
çalışacağım size sıcağı sıcağına yarışı bitireli henüz altı saat oldu. Aslında
isteğim maraton mesafesini koşmaktı fakat antrenmanları aksatınca yarı maraton
mesafesine indirmek zorunda kaldım yarıştan yaklaşık bir ay önce. Geleyim ilk
yarışımın nasıl geçtiğine…
Dediğim gibi son
bir buçuk aydır antrenman yapmadığım için oldukça kötü bir durumdaydım
kondisyon olarak fakat ortamın enerjisiyle çok rahat bitiririm ben yarışı düşüncesiyle
mışıl mışıl bir uyku çektim yarıştan bir önceki gece. Yarış sabahı ise alarmımı
saat yediye kurmuş olmama rağmen nasıl olsa yetişirim düşüncesiyle kalktığımda
saat sekize on dakika vardı. Biraz çikolata yedim enerji versin diye sonrasında
da klasik sabah rutini. Biraz su içip koşu kıyafetlerimi giydim. Numaramı
göğsüme takıp evden çıktım bizimkilerle. Zorla ikna ettiğim kardeşim ve babamla
birlikte koşunun başlayacağı yere gittik. Arabada ölçüm çipini ayakkabıya
taktım zaten koşunun başlamasına da on dakika kalmıştı. Ben koşu alanına gidip
ısınana kadar koşunun başlama sesi duyuldu. Azıcık geç kalmamdan dolayı son
sıralarda başladım koşuya. Tabii tek geç kalan ben olmadığım için etrafımda da
benim gibi elemanlar çoğunluktaydı. Yanımda benim gibi uzun saçlı ve
İstanbul’daki bir koşu grubuyla gelen biri vardı. Başladık koşmaya, hava sıcak
ve ortam harika bu şekilde ilk iki kilometre gayet harika gidiyordu. Tabii iki
kilometreyi geçince doğru düzgün ısınamamamın getirdiği dezavantajla hafiften
yoruluyorum, üçüncü kilometrede su istasyonu var suyumu alırken sınıftan bir
kızla karşılaşıyorum. Organizasyonda görevli olduğu aklımdan çıkmış, ismimi
söyleyerek şaşırmış bir yüz ifadesi yapıyor. Benim aklımdaki tek şey ise daha
şimdiden yorulmaya başladıysam yarışı nasıl bitireceğim. Günaydın demek
istiyorum içten içe fakat yapabildiğim tek şey el sallayıp, elimdeki sudan bir
yudum alıp, şişeyi kenara atmak oluyor. Daha öncede gördüğüm bir olaydı bu
etrafta çöp olmadığı için atıyorum kenara suyu, acayipte zevk veriyor bunu
yapmak. Hemen önümde bir koşu grubu var onların temposuna ayak uyduruyorum ve
dönerciler çarşısına doğru koşuyoruz. Orduevinin önünde bir su istasyonu daha
var. Aynı eylemleri tekrar ediyorum, yavaş yavaş ısındığım için yorgunluk
kayboluyor yavaştan. Antalya’nın tadını çıkarmaya başlıyorum manzara harika,
hava sıcak fakat koşarken bile acayip bunaltmıyor insanı. Işıklar tarafında
yine bir su istasyonu görüyorum fakat bu sefer hiçbir şey almadan devam
ediyorum. Geçen sefer fazla içtiğim için biraz şiştim ve yeni yeni kendimi
toparlamaya başlıyorum. Aynı grupla devam ediyoruz, henüz herkesin enerjisi
yerinde. Biraz zaman geçince grupta bölünmeler oluyor, Lara tarafına yeni
geldik. O kadar çok kişi yürümeye başladı ki bende yavaşlayıp yürümek istiyorum.
Yeterince enerjim var ve acı hissetmiyorum fakat beynim öyle bir oyun oynuyor
ki yürümeye başlıyorum bende. Biraz devam ettikten sonra koşabilirken koş
diyorum kendi kendime. Çok geçmeden dört kişilik sırtlarına fotoğrafını
yapıştırmış ve altına senin için yazmış olan bir grubu yakalıyorum. Oldukça
enerjikler tekrar tempo tutup koşmaya başlıyorum grupla beraber. Dokuzuncu
kilometreye doğru kendimi harika hissediyorum, biraz şımarıp grubu geride
bırakıyorum fakat bunun bedelini deli gibi yorularak ödüyorum. Tekrar yürümeye
başlıyorum millet dönmüş bile diyorum içimden, önümde bir derneğin adına koşan
bir kız var o da yürüyor. Bu kız koşmaya başlayınca bende başlayacağım ve
durana kadar da durmayacağım diyorum kendi kendime. Kız koşmaya başlayınca bende
tempo tutuyorum onunla beraber. Çok geçmeden karşıdan gelen aynı dernek adına
koşan biri ismini söylüyor kızın, Yeliz, koşmaya devam ediyorum dönüşten
dönüyoruz. Harika tempo tutmuşuz devam ediyoruz. Mesafenin üçte ikisi bitiyor,
yine güzergâhta yorulup yürüyenler var. Bakmamaya çalışıyorum fakat her
yerdeler sanki. Çok geçmeden yine beynimin oyununa yenilerek yavaşlıyorum.
Yürümemek için kendimi zorluyorum. Beraber tempo tuttuğumuz kız farkı açmaya
başlıyor yetişmek istiyorum fakat yandaki tabelada on altıncı kilometrede
olduğumuz yazıyor. Bacaklarımın kenarlarından daha önce hiç hissetmediğim bir
kas grubu titremeye başlıyor, yine yürümeye başlıyorum içimden küfrederek.
Birkaç dakika yürüdükten sonra arkadan farkı oldukça açtığımız dört kişilik
siyah giyen grup yakalıyor beni. Aralarından biri müzik açmış, güzel motivasyon
olur diyerek onlarla beraber tempo tutuyorum. Su istasyonundan sünger ve bir
dilim portakal alıyorum. Portakalı iki kez ısırıp kenara atıyorum. Sünger ile
kendimi serinletip devam ediyorum grupla tempo tutmaya. Yine çok yavaş gelmeye
başlıyorlar bana ön tarafta iki yabancı kız koşuyor, tahminim Rus oldukları
yönünde. İki kızı yakalayıp onlarla beraber tempo tutuyorum. Gayet rahatlar,
ben ise yorgunluktan ölebilirim ve bacaklarımın kenarlarındaki kaslar titremeye
devam ediyor. Koşarken fotoğraf çekiliyorlar, eğlenceli insanlara benziyorlar.
Konuştuklarından bir şey anlamıyorum, tek anladığım uzun olanın isminin –da
sözcüğü ile bittiği. Sanki hiç yorulmamış gibi devam ediyorlar, ben ise belden
aşağı tarafımı hissetmiyorum. Yavaş yavaş geride kalmaya başlıyorum, tempoyu
düşürmemek istemiyorum fakat bacaklarım öylesine acıyor ki yavaşlayıp yürümeye
başlıyorum. Gelirken indiğimiz yokuşlardan birinden çıkarken arkamdan tahminen
ellili yaşlarında olan bir amca gelerek, durmak yok yavaş tempo tut diyerek
destek veriyor ve gazlayıp gidiyor yanımdan. Her ne kadar destek vermek olsa da
amacı iyice düşüyor motivasyonum. Arkasından daha da yaşlı bir abimiz beni
geçerek haydi hızlanıyoruz diye bakıyor yüzüme. Belden aşağımı hissetmiyorum
diyorum nasıl oluyorsa. Düşünme sadece koş, gökyüzüne falan bak diyerek uçar
adımlarla gidiyor yanımdan. Şaka falan mı diyerek kendi kendime konuşuyorum.
Arkama bakınca kalabalık bir koşu grubu görüyorum, bu biraz beni motive etmeyi
başarıyor en azından sonuncu değilim diye düşünüyorum. Önümde benim yaşlarımda
olduğu çok belli biri gidiyor. Onunla tempo tutarak biraz muhabbet etmeye
zorluyorum kendimi. Yaklaşık üç kilometre kaldı ve ölümüne sıkıldım. Bir
kilometre kadar sohbet ediyoruz. Bana dördüncü yarışı olduğunu söylüyor. Bende
ilk kez yarışa katıldığımı ve bir buçuk aydır antrenman yapmadığımı söylüyorum.
Buraya kadar çok iyi geldiğimi söylüyor. Biraz devam ettikten sonra kalçamdaki
ağrılara dayanamayıp yavaşlıyorum. Çocukla aramızdaki fark açılıyor, ağrılar
öylesine dayanılmaz ki yürümek zorunda kalıyorum yeniden. Son su istasyonunu
gördüğümde kendi kendime son bir buçuk kaldı durmak yok diyorum. Yine sınıf
arkadaşım su dağıtıyor, kafamla selamlıyorum. Bana verdiği birinci suyu yere
düşürüyorum, ikincisini alırken öldür beni diye söylenerek koşmaya devam
ediyorum. Sudan biraz içip kenara attıktan sonra Atatürk Parkı’na giriyoruz son
bir kilometre kalmış. Park o kadar kalabalık ki doğru düzgün tempo tutamıyorum.
Biraz önümde sohbet ettiğimiz çocuk var, oldukça yorulduğu belli çünkü yürür
adımlarla devam ediyor. Onu geçiyorum bitiş çizgisine ortalama yirmi metre kala
yanıma kardeşim geliyor. Kardeşimle beraber bitiş çizgisine doğru koşmaya
başlıyoruz, elindeki telefonla video çekiyor ve bana sorular soruyor. Otomatik
cevaplar veriyorum, öyle yorgunum ki tek isteğim bir yere oturmak. Bitişi
geçiyoruz, madalyamı alıp dinlenmek için yer arıyorum. Yolu takip edince enerji
içeceği verdiklerini görüyorum. Hemen bir tane içecek ve bir dilim portakal
alıyorum. Portakal ısınmış, tadı çok kötü. İçeceği açıp büyük bir yudum
alıyorum. Çimenlerin yanındaki gölgede boş koltuklar var, birine oturup
rahatlıyorum. Hava harika yarış bitti, hafifledim biraz…
Elimden
geldiğince anlatmaya çalıştım size ilk koşu maceramı, oldukça yorucu ve bir o
kadarda eğlenceliydi. Bunların sonrasında da biraz Kolpa dinleyip, yemek yiyip
eve döndüm. Hayatım boyunca beni en çok zorlayan aktivitem bu oldu desem yalan
olmaz sanırım. Bir sonraki yarışa antrenmanlı giderim umarım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder