23 Mart 2017 Perşembe

Runatolia 2017 Macerası



   Runatolia 2017’de yarı maraton mesafesini nasıl koştuğumun hikâyesini anlatmaya çalışacağım size sıcağı sıcağına yarışı bitireli henüz altı saat oldu. Aslında isteğim maraton mesafesini koşmaktı fakat antrenmanları aksatınca yarı maraton mesafesine indirmek zorunda kaldım yarıştan yaklaşık bir ay önce. Geleyim ilk yarışımın nasıl geçtiğine…


   Dediğim gibi son bir buçuk aydır antrenman yapmadığım için oldukça kötü bir durumdaydım kondisyon olarak fakat ortamın enerjisiyle çok rahat bitiririm ben yarışı düşüncesiyle mışıl mışıl bir uyku çektim yarıştan bir önceki gece. Yarış sabahı ise alarmımı saat yediye kurmuş olmama rağmen nasıl olsa yetişirim düşüncesiyle kalktığımda saat sekize on dakika vardı. Biraz çikolata yedim enerji versin diye sonrasında da klasik sabah rutini. Biraz su içip koşu kıyafetlerimi giydim. Numaramı göğsüme takıp evden çıktım bizimkilerle. Zorla ikna ettiğim kardeşim ve babamla birlikte koşunun başlayacağı yere gittik. Arabada ölçüm çipini ayakkabıya taktım zaten koşunun başlamasına da on dakika kalmıştı. Ben koşu alanına gidip ısınana kadar koşunun başlama sesi duyuldu. Azıcık geç kalmamdan dolayı son sıralarda başladım koşuya. Tabii tek geç kalan ben olmadığım için etrafımda da benim gibi elemanlar çoğunluktaydı. Yanımda benim gibi uzun saçlı ve İstanbul’daki bir koşu grubuyla gelen biri vardı. Başladık koşmaya, hava sıcak ve ortam harika bu şekilde ilk iki kilometre gayet harika gidiyordu. Tabii iki kilometreyi geçince doğru düzgün ısınamamamın getirdiği dezavantajla hafiften yoruluyorum, üçüncü kilometrede su istasyonu var suyumu alırken sınıftan bir kızla karşılaşıyorum. Organizasyonda görevli olduğu aklımdan çıkmış, ismimi söyleyerek şaşırmış bir yüz ifadesi yapıyor. Benim aklımdaki tek şey ise daha şimdiden yorulmaya başladıysam yarışı nasıl bitireceğim. Günaydın demek istiyorum içten içe fakat yapabildiğim tek şey el sallayıp, elimdeki sudan bir yudum alıp, şişeyi kenara atmak oluyor. Daha öncede gördüğüm bir olaydı bu etrafta çöp olmadığı için atıyorum kenara suyu, acayipte zevk veriyor bunu yapmak. Hemen önümde bir koşu grubu var onların temposuna ayak uyduruyorum ve dönerciler çarşısına doğru koşuyoruz. Orduevinin önünde bir su istasyonu daha var. Aynı eylemleri tekrar ediyorum, yavaş yavaş ısındığım için yorgunluk kayboluyor yavaştan. Antalya’nın tadını çıkarmaya başlıyorum manzara harika, hava sıcak fakat koşarken bile acayip bunaltmıyor insanı. Işıklar tarafında yine bir su istasyonu görüyorum fakat bu sefer hiçbir şey almadan devam ediyorum. Geçen sefer fazla içtiğim için biraz şiştim ve yeni yeni kendimi toparlamaya başlıyorum. Aynı grupla devam ediyoruz, henüz herkesin enerjisi yerinde. Biraz zaman geçince grupta bölünmeler oluyor, Lara tarafına yeni geldik. O kadar çok kişi yürümeye başladı ki bende yavaşlayıp yürümek istiyorum. Yeterince enerjim var ve acı hissetmiyorum fakat beynim öyle bir oyun oynuyor ki yürümeye başlıyorum bende. Biraz devam ettikten sonra koşabilirken koş diyorum kendi kendime. Çok geçmeden dört kişilik sırtlarına fotoğrafını yapıştırmış ve altına senin için yazmış olan bir grubu yakalıyorum. Oldukça enerjikler tekrar tempo tutup koşmaya başlıyorum grupla beraber. Dokuzuncu kilometreye doğru kendimi harika hissediyorum, biraz şımarıp grubu geride bırakıyorum fakat bunun bedelini deli gibi yorularak ödüyorum. Tekrar yürümeye başlıyorum millet dönmüş bile diyorum içimden, önümde bir derneğin adına koşan bir kız var o da yürüyor. Bu kız koşmaya başlayınca bende başlayacağım ve durana kadar da durmayacağım diyorum kendi kendime. Kız koşmaya başlayınca bende tempo tutuyorum onunla beraber. Çok geçmeden karşıdan gelen aynı dernek adına koşan biri ismini söylüyor kızın, Yeliz, koşmaya devam ediyorum dönüşten dönüyoruz. Harika tempo tutmuşuz devam ediyoruz. Mesafenin üçte ikisi bitiyor, yine güzergâhta yorulup yürüyenler var. Bakmamaya çalışıyorum fakat her yerdeler sanki. Çok geçmeden yine beynimin oyununa yenilerek yavaşlıyorum. Yürümemek için kendimi zorluyorum. Beraber tempo tuttuğumuz kız farkı açmaya başlıyor yetişmek istiyorum fakat yandaki tabelada on altıncı kilometrede olduğumuz yazıyor. Bacaklarımın kenarlarından daha önce hiç hissetmediğim bir kas grubu titremeye başlıyor, yine yürümeye başlıyorum içimden küfrederek. Birkaç dakika yürüdükten sonra arkadan farkı oldukça açtığımız dört kişilik siyah giyen grup yakalıyor beni. Aralarından biri müzik açmış, güzel motivasyon olur diyerek onlarla beraber tempo tutuyorum. Su istasyonundan sünger ve bir dilim portakal alıyorum. Portakalı iki kez ısırıp kenara atıyorum. Sünger ile kendimi serinletip devam ediyorum grupla tempo tutmaya. Yine çok yavaş gelmeye başlıyorlar bana ön tarafta iki yabancı kız koşuyor, tahminim Rus oldukları yönünde. İki kızı yakalayıp onlarla beraber tempo tutuyorum. Gayet rahatlar, ben ise yorgunluktan ölebilirim ve bacaklarımın kenarlarındaki kaslar titremeye devam ediyor. Koşarken fotoğraf çekiliyorlar, eğlenceli insanlara benziyorlar. Konuştuklarından bir şey anlamıyorum, tek anladığım uzun olanın isminin –da sözcüğü ile bittiği. Sanki hiç yorulmamış gibi devam ediyorlar, ben ise belden aşağı tarafımı hissetmiyorum. Yavaş yavaş geride kalmaya başlıyorum, tempoyu düşürmemek istemiyorum fakat bacaklarım öylesine acıyor ki yavaşlayıp yürümeye başlıyorum. Gelirken indiğimiz yokuşlardan birinden çıkarken arkamdan tahminen ellili yaşlarında olan bir amca gelerek, durmak yok yavaş tempo tut diyerek destek veriyor ve gazlayıp gidiyor yanımdan. Her ne kadar destek vermek olsa da amacı iyice düşüyor motivasyonum. Arkasından daha da yaşlı bir abimiz beni geçerek haydi hızlanıyoruz diye bakıyor yüzüme. Belden aşağımı hissetmiyorum diyorum nasıl oluyorsa. Düşünme sadece koş, gökyüzüne falan bak diyerek uçar adımlarla gidiyor yanımdan. Şaka falan mı diyerek kendi kendime konuşuyorum. Arkama bakınca kalabalık bir koşu grubu görüyorum, bu biraz beni motive etmeyi başarıyor en azından sonuncu değilim diye düşünüyorum. Önümde benim yaşlarımda olduğu çok belli biri gidiyor. Onunla tempo tutarak biraz muhabbet etmeye zorluyorum kendimi. Yaklaşık üç kilometre kaldı ve ölümüne sıkıldım. Bir kilometre kadar sohbet ediyoruz. Bana dördüncü yarışı olduğunu söylüyor. Bende ilk kez yarışa katıldığımı ve bir buçuk aydır antrenman yapmadığımı söylüyorum. Buraya kadar çok iyi geldiğimi söylüyor. Biraz devam ettikten sonra kalçamdaki ağrılara dayanamayıp yavaşlıyorum. Çocukla aramızdaki fark açılıyor, ağrılar öylesine dayanılmaz ki yürümek zorunda kalıyorum yeniden. Son su istasyonunu gördüğümde kendi kendime son bir buçuk kaldı durmak yok diyorum. Yine sınıf arkadaşım su dağıtıyor, kafamla selamlıyorum. Bana verdiği birinci suyu yere düşürüyorum, ikincisini alırken öldür beni diye söylenerek koşmaya devam ediyorum. Sudan biraz içip kenara attıktan sonra Atatürk Parkı’na giriyoruz son bir kilometre kalmış. Park o kadar kalabalık ki doğru düzgün tempo tutamıyorum. Biraz önümde sohbet ettiğimiz çocuk var, oldukça yorulduğu belli çünkü yürür adımlarla devam ediyor. Onu geçiyorum bitiş çizgisine ortalama yirmi metre kala yanıma kardeşim geliyor. Kardeşimle beraber bitiş çizgisine doğru koşmaya başlıyoruz, elindeki telefonla video çekiyor ve bana sorular soruyor. Otomatik cevaplar veriyorum, öyle yorgunum ki tek isteğim bir yere oturmak. Bitişi geçiyoruz, madalyamı alıp dinlenmek için yer arıyorum. Yolu takip edince enerji içeceği verdiklerini görüyorum. Hemen bir tane içecek ve bir dilim portakal alıyorum. Portakal ısınmış, tadı çok kötü. İçeceği açıp büyük bir yudum alıyorum. Çimenlerin yanındaki gölgede boş koltuklar var, birine oturup rahatlıyorum. Hava harika yarış bitti, hafifledim biraz…


   Elimden geldiğince anlatmaya çalıştım size ilk koşu maceramı, oldukça yorucu ve bir o kadarda eğlenceliydi. Bunların sonrasında da biraz Kolpa dinleyip, yemek yiyip eve döndüm. Hayatım boyunca beni en çok zorlayan aktivitem bu oldu desem yalan olmaz sanırım. Bir sonraki yarışa antrenmanlı giderim umarım…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder