14 Şubat 2021 Pazar

Life According to Sam / Sean Fine / Belgesel İncelemesi #7

 










Hayatımı değiştiren bir belgesel ve hastalık hakkında…

Life According to Sam, yıllardır blogumda bahsetmek istediğim bir belgesel. HBO belgeseli olan yapım Sundance Film Festivali’nde 2013 yılında yayınlandı ve Sean Fine ile Andrea Nix Fine tarafından yönetildi. Çeşitli ödüller kazanan bir belgesel fakat bu ödüller bir senaryo ya da görüntü açıları için değil. Gerçek bir konu hakkında, herkesin kendisine bir ders çıkarabileceği bir belgesel Life According to Sam.

Belgeseli izlediğinizde tanışacağınız ve başrol olan kişi Sam Berns. 1996 yılında doğmuş olan Sam, bir Progeria hastası. Progeria hastalığı dilimize “Erken Yaşlanma Hastalığı” olarak çevrilmiş. 19. Yüzyılda ilk teşhisi konulan hastalık, kişilerde belirgin fiziksel özelliklerle ortaya çıkıyor. Bu özelliklere kısaca, kısa boy, orantısız kilo, büyük bir kafa(ki çok tatlı),kafa derisinde belirgin damarlar, pörtlek gözler ve kirpik ve kaşların olmayışı örnek verilebilir.










Dışarıdan bakınca tatlı gözüken bu insanların hastalığı oldukça nadir, ortalama 20 milyon insanda bir görülüyor. Ben bu yazıyı yazarken ise dünya çapında 400’den fazla Progeria hastalığı olduğu biliniyor. Progeria hastalığı, nadir bir genetik hastalık. Kalıtsal olmayan bu hastalık, kişinin genlerinde oluşan bir mutasyon sonucu ortaya çıkıyor.

Her insan Progerin proteinini bir miktar üretiyor. Yaşlandığımız zaman ise bu protein daha fazla üretilmeye başlanıyor. Progeria hastalığına sahip çocuklarda ise bu proteinin üretilme hızı oldukça fazla ve buradan anlayabileceğiniz gibi yaşam süreleri de oldukça kısıtlı. Ortalama 12-14 yıl yaşayan Progeria hastası çocuklar, fiziksel olarak birçok dezavantaj ile uğraşıyor. Zihinsel olarak ise bir dezavantajları yok.

Genellikle 14 yaşını geçen tüm Progeria hastaları şanslı olarak görülüyor. Doğumdan sonra haftalar içerisinde belirti göstermeye başlayan hastalık, kişinin saçları döküyor, görme kaybına sebep oluyor, böbrek yetmezliği ve kalp sorunları yaratıyor. Hızlı bir şekilde fiziksel gücünü kaybeden bu kişiler, sürekli olarak fiziksel terapi görmek ve çeşitli kalp hastalıkları ile uğraşmak zorundalar.









Her ne kadar bir takım baskılayıcı ilaçlar geliştirilmeye çalışılsa da günümüzde halen bu hastalığın bir tedavisi yok. Baskılayıcı ilaç kullanarak deneye katılan hastalardan ise sadece bazıları 1-2 yıl daha fazla yaşıyor, fakat bunun ilaç ile ne kadar anlamlı bir alakası olduğunun kesin bir kanıtı bulunamamış.

Belgeseli izlediğinizde de bir miktar anlayabileceğiniz gibi bu hastalık oldukça zor. Aileyi ve asıl önemlisi hasta çocuğu inanılmaz etkiliyor. Sadece bu hastalığa sahip bir çocuk olduğunuzu hayal edin. Muhtemel şekilde 12 yaşınızda öleceksiniz. Sınıf arkadaşlarınız kafanızın şekli dolayısıyla sizinle uzaylı diye dalga geçiyor ve 12 yaşında öleceğinizi size hatırlatıp duruyor.

Eve gittiğinizde ise aileniz size hep bir acıma duygusu ile bakıyor, ister istemez durum bu. 10 kilodan daha ağır olan hiçbir şeyi taşıyamıyorsunuz, kemikleriniz ve vücudunuz o kadar dayanıksız ki kırılacak gibi oluyor. Sürekli şekilde muhtaçsınız. İlerisi hakkında hiçbir plan yapamazsınız, çünkü acı bir gerçek sizin hayatınız için oldukça somut. Çok yakında ÖLECEKSİNİZ.

12 yaşınıza bastınız ve uyandığınızda nefes alabiliyorsunuz. Nasıl olabilir? Herkes öleceğinizi söylemişti ve siz de inanmıştınız. Doktor abilere/ablalara soruyorsunuz “12 yaşına geldim neden ölmedim?”, doktorlardan sürekli kaçamak cevaplar. Neler olduğunu anlayamıyorsunuz, daha çocuksunuz. Sürekli yorgunsunuz, kalbiniz gerektiği gibi çalışmıyor, damarlarınız ise sertleşmiş durumda.

12 yaşında bir beyine ve 80 yaşında bir vücuda sahipsiniz. Tek istediğiniz arkadaşlarınız ile biraz olsun oynayıp, onlar gibi eğlenebilmek. Üzgünüm, vücudunuz iflas ediyor, bu mümkün değil. Her an bir kalp krizi geçirip ölebilirsiniz, aynı Progeria hastalığına sahip olan yüzlerce insanın öldüğü gibi. Belki birkaç ay daha fazla yaşayabilirsiniz diye baskılayıcı ilaçlara başladınız. Elbette bu ilaçların büyük yan etkileri var.










Sürekli kusuyorsunuz, ishalsiniz ve yorgunluktan ayağa kalkamıyorsunuz. Zaten fazla su tüketmeniz gerekiyordu şimdi ise ishal ve kusma aracılığı ile bu suyu atıyorsunuz. Böbrekleriniz iflas ediyor. Belki şanslı kişilerden olurum ve 20 yaşıma kadar yaşarım diye düşünüyordunuz. Bir sabah kalbinize bir inme girdi ve öldünüz…

Gerçekten sadece 5 dakikalığına dahi olsa bir Progeria hastasının yerine kendini koymak oldukça zor. Bir de bu yaşamı yaşamayı düşünün. Ben belgeseli ve Sam Berns TED konuşmasını izledikten sonra(ayrıca birkaç Progeria hastasının konuşmasını da) ilginç bir şey fark ettim. Benim oldukça fazla ilgimi çeken bu şey, bu hastalığa sahip herkesin mutlu olabilmesiydi. Şaka gibiydi benim için, her gün her an biliyor, hatta en önemlisi bunu somut olarak görüyor, hissediyor ve yaşıyorlardı.

Benim bu noktada fark ettiğim şey, ne kadar mantıksız şeylere üzüldüğümüz oldu. Şaka gibiydi, terk eden sevgiliye, bağıran babaya, geçemediğimiz sınava, kazanamadığımız okula, yapamadığımız aktivitelere, gidemediğimiz şehirlere, binemediğimiz arabalara bakıp üzülüyorduk. Bunun ne kadar bencilce olduğunu 2015 yılında bu belgeseli izlediğimde anladım, sindirmem ise yaklaşık 5 yılımı daha aldı.

Tüm bunları her gün hayatımda çevremde, sokaktaki insanlarda ve ailemde gözlemliyorum. Basit şeylere üzülüyoruz, ne kadar harika bir durumda olduğumuzun ise hiçbir zaman farkında değiliz. Her zaman daha iyisini istemek ve bunun için çalışmak, mantıksal olarak kabul edilebilir. Elde edemediğin veya senin olmayan şeyler için üzülmek ise saçmalık.













Böyle basit şeylere günlerce üzülmemiz, sürekli depresif bir halde olmamız ve mutsuz olmak için sebep aramamızın çeşitli sebepleri var elbette. Örneğin mutsuz olmak kolaydır, basittir. Ekstra bir efor gerektirmez ve kısa süreli olarak vücudu rahatlatır. Mutlu olmak, mutlu etmek ise oldukça zordur, emek ister.  Progeria hastaları ise biz normal sayılabilecek insanlardan farklı olarak, ölüm denilen gerçeği somut olarak görür ve hisseder.

Bu hissin verdiği güç sayesinde hayatın kıymetini en iyi anlıyorlar. Ölümün kıyısından dönen hastalarda da bunu çokça görmüşsünüzdür. Çeşitli kanser türlerini yenenler, kazalardan sağ çıkanlar gibi birçok örnek verilebilir. Günümüzde (20’li yaşlarda olanların %90’ını) depresif bir halde. Gelecek kaygısı, para vs... 

Elbette bunlar önemli ve hayatın geri kalanında da önemli olacak. Unutulmaması gereken şey ise en önemli şeyin sağlık olduğudur. Eğer sağlığınız yerindeyse ve depresif bir haldeyseniz, üzülüyorsanız sürekli bir şeylere, durmayın devam edin. Yanlış okumadınız bir şeylere üzülmeye devam edin, hatta gerekirse daha depresif olun bu konuda sizi değiştirmek için yazmadım bu yazıyı.

Yapabileceğiniz tek bir şey var ki, oldukça önemli. Depresif de olsanız, ağlamaktan gözleriniz yerinden çıkmış olsa da, depresyondan 40 kilo almış olsanız da kalkın ve birilerine yardım edin. Günümüzde en çok unutulan şeylerden bir tanesi yardım. Kusura bakmayın ama Instagram hikâyesinde yardıma muhtaç olan kişileri paylaşarak da yardım etmiş olmuyorsunuz büyük oranda.











Kalkın ve fiziksel olarak bir yardım yapın. Sokak hayvanlarına yardımcı olun. Kazandığınız paranın(ya da harçlığınızın) sadece %10’u ile bile yardım yapabilirsiniz. Progeria hastaları için BU LİNK üzerinden bağış yaparak hayatlarına dokunabilirsiniz. Bunun dışında aylık sadece 1TL ile yapabileceğiniz yardımlar bile mevcut. Sosyal yardım kuruluşlarında çalışabilirsiniz. Sizden küçük çocuklar ile oyunlar oynayabildiğiniz, sizden büyüklere çeşitli konularda yardım edebildiğiniz etkinlikler ülkemizde mevcut.

Mutsuz da olsanız bir iyilik yapabilirsiniz, bunu unutmayın. Belgesele dönersek, Sam Berns, Progeria hastalığının semptomlarından dolayı, belgesel yayınlandıktan birkaç ay, TED konuşmasından ise yalnızca bir ay sonra vefat etti. O ne zaman öleceğini bilmiyordu ve kısıtlı hayatında yapabileceği, elinden gelen her şeyi yaptı.

Asıl konu ise siz de ne zaman öleceğinizi bilmiyorsunuz, büyük ihtimalle de hiçbir zaman bilemeyeceksiniz. Bu yüzden kalkın ve hayatınızda bir şey yapın.  Kendiniz için olmasa dahi başka insanlara yardım edebilirsiniz.  Bunu insanlara borçlusunuz. Umarım belgeseli ve TED konuşmasını beğenirsiniz ve hayatınıza bir şey katar. İyi seyirler…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder